Bir Deniz Feneri

Berkin’in Gözünden “Bir Deniz Feneri”

 

Oldum olası deniz fenerlerini sevmişimdir. Zannedersem bir çok kişinin de  deniz fenerlerine karşı bir ilgisi var. Zaten böyle olmasa sanırım Dünyanın yedi harikasından birisi İskenderiye Fener’i olmazdı. İstanbul’da yaşarken sıklıkla Şile’deki feneri görmeye giderdim. Bir kez de, yine İstanbul’a bağlı olan Karaburun deniz fener’ini ziyaret etmiştim. Hatta aldığımız izin sayesinde içini gezip görme şansımız da olmuştu.

 

Türkiye’de yaklaşık 50 tane deniz fener’i varmış. Bunlardan en ilginci ise Giresun deniz feneri. UNESCO listesine girmiş, şimdi de Guinness rekorlar kitabına girmeye aday. Sebebi ise dünyanın denize en uzak deniz feneri olmasıymış. Denizden 40 km uzakta bulunan bu fenerin neden oraya yapıldığı ile ilgili elbette birçok efsane var.

 

Şu an yaşadığım yere en yakın fener Turgutreis ve Akyarlar arasındaki Hüseyin burnu feneri. Dergimizin Aralık 2018 sayısındaki “Kum Zambağı”  konulu yazımda bu fenerden bahsetmiştim. Özellikle yaz aylarında fenerin önü kamp ve piknik alanı gibi olduğu için şu sıra çok fazla ziyaretine gitmiyorum.

 

Ama benim bu sayıda bahsetmek istediğim fener, başka bir fener. Doğuş grubu bünyesinde2003 yılından bu yana  Turgutreis’te hizmet veren D-Marin  girişinde bulunan kırmızı ve yeşil renkli fenerlerden kırmızı olanı.

 

Bu fenerleri ilk gördüğüm zaman mutlaka bir fotoğrafıma konu etmeyi düşündüm. Yeşil olanı yer itibari ile bana pek kadraj vermese de kırmızı olanın yeri çok müsaitti. Ama sabit duran bir fener ile farklı ne kadar fotoğraf çekebilirdim ki?

 

İlk zamanlar özellikle gün batımı saatlerine denk getirerek biraz aşağıdan, biraz yukarıdan , yelkenli geçerken, kayık geçerken gibi kompozisyonlar üreterek çektim. Bir müddet sonra tüm fotoğraflar gözüme aynı görünmeye başladı. Ta ki bir gün “Gün batımı esnasında güneşi neden fenerin içine oturtmuyorum ki?” diye düşündükten sonra ilk amacım böyle bir fotoğraf yakalamak oldu.

 

Mevsimlere göre güneş farklı yerlerden battığı için her zaman için uygun olmayan bu kompozisyonu bir müddet bekledim. Ve uygun zaman geldiğinde hemen hemen her gün batımı sırasında fenerin karşısına gittim. Ve uzun uğraşlar sonucu nihayet istediğim kareyi yakaladım. Tabi ki bir müddet sonra daha da farklısını çekmek istedim. Bu sefer yelkenliler ve kayıklar ile birlikte daha kalabalık bir kadraj oluşturdum. Ve geçtiğimiz hafta yine denk gelen bir fotoğrafı sosyal medyadan paylaşınca sevgili patroniçem Evrim Yaşlak’ın fotoğrafı çok beğenerek, “Bu fotoğraf ile ilgili mutlaka bir yazı yazmalısın” demesi ile fotoğraf arşivimi karıştırmaya başladım.

 

Zamanla güneş ve fenerli fotoğraflar da gözüme aynı görünmeye başladı. Sağında çektim, solunda çektim, üstünde çektim, ortasında çektim derken “Ben bunu bir de Ay ile çekeyim “dedim.  Ama o güneşten biraz daha zorladı beni.  Dolunay vakti çekmek istersem, sabaha karşı o açıya geldiği için istediğim görüntüyü elde edemiyordum. Hilal zamanı çektiğim zaman yeni ay fenerin çok fazla solunda kalıyordu. Birkaç ay bekleyip ay’ın daha sağ tarafa battığı zamanı kollamalıydım.

 

Nihayet zamanı geldi fakat bu seferde şöyle bir dezavantajım olacaktı. Ay fotoğrafları uzun pozlama ile çekilmez. Çünkü dünyanın dönme hareketinden dolayı uzun pozlamada ay da hareketli olacağı için şekli bozulacak. Ama fenerin kırmızı ışığı da az olduğu için mecburen uzun pozlama yapmam gerekecek. Dolayısı ile ay ilk dördün konumuna gelmeden çekebilirsem, ay olduğundan biraz daha kalın gözükecek ve şekli bozulmayacaktı.

 

Tripodum ile birlikte ay ve fenerin karşısındaki yerimi aldım. Bu arada ay batmaya başladığı için fenere denk getirmek için civardakilerin tuhaf bakışları arasında metre metre hareket halindeydim. Hava birazcık bulutlanmaya başlayınca hevesim tam kaçmak üzereyken,  tam fenerin üstünde bulutlar arasından gözüktü ay ve hemen deklanşöre bastım. Belki çekmek istediğim fotoğraftan daha güzel bir fotoğraf oldu ama ben yine de biraz daha bekleyip ay’ı fenerin  tam üstüne oturttum. Biraz boynuzlu Viking başlığına benzese de amacıma ulaştığımı düşünüyorum.

 

Güneş ve Ay ile çektikten sonra tabi ki bir yıldız fotoğrafçısı olarak yıldızlar ile de çekmem gerekecekti. Yerleşim yerinin ışıklarının fazla olması ve fenerin de ayrıca ışıklı olması dolayısı ile biraz zorlansam da, 2 saatlik bir pozlama ile fener ve yıldızları aynı kadraja almaya başardım.

 

Güneş , ay ve yıldız derken bu fener başka neye konu olur ki diye düşünüyordum. Ve çekmekten büyük keyif aldığım yıldırım fotoğraflarını denk geldiği zaman burada çekmeye karar verdim. Sanırım en zoru bu oldu. Çünkü yıldırımın nereye düşeceğini bilmek imkansız. Ayrıca çekeceğim zaman fırtınanın karşımdan geçiyor olması gerek. Eğer benim olduğum yerden geçerse hem tehlike altında olacağım hem de yağmurdan dolayı görüş alanım çok düşecek , fotoğrafı başarılı çekemeyeceğim.

 

Fener ile ilk yıldırım fotoğrafını çekmem tam 9 saatimi aldı. En nihayetinde gece 4 civarında istediğim kadrajı yakaladım. Ondan birkaç ay sonra da yine fırtınalı bir gece benzer kadrajı yakalamaya çalıştım. Ve şimdiye kadar çekmiş olduğum yüzlerce yıldırım fotoğrafından en yakınıma düşenini fener ile birlikte yakaladım.

 

Yani anlayacağınız ben modelimden çok memnunum. Bana her daim güzel pozlar verdi. Hem de ne kaprisi var, ne de yorulması. Umarım kendisi ile daha pek çok fotoğraf çalışmamız olacak. Eğer ki bir gün yolunuz Turgutreis sahiline düşerse mutlaka geçerken bir göz atın bu fenere. Muhtemelen oralarda fotoğraf makinesi ile birlikte göreceğiniz kişi de ben olacağımJ