Bu ay ki gezimizi İstanbul’un hatta belki de ülkemizin en bilinen yerlerinden birisi olan Ayasofya’ya yapıyoruz. Sanırım İstanbul nüfusunun ¼ ü hemen hemen her gün Boğaziçi köprüsünden, şehir hatları vapurundan, ev ya da iş yeri penceresinden bu önemli silüet’i her gün görüyor. Fakat ziyaret konusunda maalesef o kadar bonkör değiliz.
Pazartesi hariç her gün açık olan müzeyi, 2013 yılında 3 milyon 350bin kişi ziyaret etmiş. Son 6 yılki ortalama ise neredeyse yıllık 2.5 milyon kişi. Nerede ise İstanbul’da görmüş olduğum 6 kişi’den bir tanesi o yıl Ayasofya’yı ziyaret etmiş olmalıydı. Yüzlerce kişiye sormam ile birlikte, bu ziyaretçilerin neredeyse hemen hemen hepsinin turist olduğunu anladım. Sorduğum bir çok kişi, ya ilkokulda okulu ile birlikte, ya da ailesi ile birlikte gezdiğini söyledi. O zamandan bu zamana tekrar giden neredeyse hiç olmamıştı.
Biz Ayasofya’ya kadıköy’den deniz yolu ile gittik. Eminönü’nde vapurdan indikten sonra dileyen tramvay ile dileyen de yayan olarak rahatlıkla ulaşabilir.
Ayasofya’ya giriş ücreti tam bilet 25 TL. Fakat aynı gişeden 30 TL.’ ye müzekart alarak, bir sene boyunca bir çok müzeye ücretsiz girebiliyorsunuz.
M.S. 532 de yapılmaya başlayan 27 Aralık 537 yılında ibadete açılan Ayasofya, 916 yıl kilise olarak kaldıktan sonra 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethiyle Camiye çevrilerek 482 yıl Cami olarak kullanılmıştır. 1935 yılından itibaren de Atatürk’ün emriyle müze olarak ziyaretçilere açılmıştır.
Müzenin en ilgi çeken yerlerinden bir tanesi de şüphesiz “terleyen sütun” dur. Bronz levhalar ile kaplı ortası oyuk olan bu sütunda, insanlar başparmaklarını oyuğa sokarak saat yönünde tam bir tur döndürerek dilek tutmaktadırlar.
Ayrıca Pandaftifler üzerinde birbirlerine tam eş olmayan dört melek figüre de oldukça dikkat çekicidir. Figürlerin yüzleri Osmanlı döneminde yıldız biçiminde madeni bir kapak ile örtülmüştür. 2009 yılında kubbede yapılan mozaik onarımları sırasında, Kuzeydoğuda ki melek tasvirinin yüzünü örten kapak açılarak , meleğin yüzü ortaya çıkarılmıştır.
Müzeyi gezip bitirdikten sonra özellikle güneşli havalarda dışarıda bulunun süs havuzundan Ayasofya’ya bakarken minik bir gökkuşağı da görüyoruz. Suların dansları, gökkuşağının muhteşem renkleri ile arka planda ki Ayasofya mutlaka görülmeye değer.
Müzeyi gezerken, ziyaretçilerin bir çoğunun binlerce kilometre uzaktan gelmiş olmasını bilmek, ve bizlerin hemen yanı başımızdaki bu güzelliğe fazlaca rağbet etmemek biraz üzücü. Elimizden geldiği kadar tarihi yerlerimize sahip çıkıp, en azından senede bir kez ziyaret edelim.