Deniz

Unutmak istediğimiz bir seneyi bitirip, yeniden umutlanmak istediğimiz bir seneye başlamış bulunuyoruz. İnanıyorum ki, 2021’de birçok kötü durumu atlatmış olacağız. Ama ne kadar zamanda tam anlamıyla normal’e döneriz benim için büyük muamma. Tekrar maskesiz sokağa çıkabilecek miyiz, arkadaşlarımızı görünce sarılıp bir yerlere oturup yemek yiyebilecek miyiz, maçlara gidebilecek miyiz, her yaştaki birey dilediği saatte dışarı çıkabilecek mi? Elbette hepsinin vakti gelecek, sağlığımız yerinde olsun da, geç olsun. Eskilerin dediği gibi hepimizin “Su gibi ömrü” olsun.

 

Evet, su demişken vücudumuzun %60’ı sudur. Dünyamızın da %70’ini kaplayan yine sudur. Ve bizlerde çok şanslı bir coğrafya da yaşıyoruz ki, ülkemizin üç bir tarafı denizler ile kaplı ve dört farklı denize sahibiz.

 

İstanbul’da doğup yıllarca orada yaşadığım için denizin yeri bende çok farklı. Anadolu yakasında oturup, iş yerim Avrupa yakasında olduğu için senelerce deniz ulaşımını kullandım. Sis olduğu zaman işe gidemez, Lodos olduğu zaman içimiz dışımıza çıka çıka yolculuk ederdik. Benim deniz ulaşımını kullandığım dönemde cep telefonları henüz yeni çıkmıştı. Onlar da akıllı telefon olmadığı için kimse telefonları ile ilgilenmez hemen hemen herkes ya gazete okur ya da kitap okurdu.

 

Yolcuların birçoğu her gün aynı yolu kat ettikleri için birçok manzara aynı gelirdi. Ama başka şehirden İstanbul’a gelmiş birisi vapur’a binmişse hemen kendisini belli ederdi. Haydarpaşa Garını, Kız Kulesini, Boğaz Köprüsü’nü görünce bakışlarındaki heyecan artardı.

 

Özellikle İstanbul’da yaşayanların konum tariflerini deniz olmayan yerde yaşayanların anlaması biraz zor olabilir. Karşıya geçtim, sahile indim, mendirekteyiz gibi kelimeleri sıklıkla kullanırız. Örneğin Kadıköy’den Bostancı’ya gitmek için taksiye binerseniz şoför size “sahilden mi, çevreden mi , minibüsten mi?” diye soracaktır. Ve en boş yol her zaman km olarak en uzun olacak yol olacaktır.

 

Hiç bilmediğiniz bir yere gidecekseniz bile eğer denize yakınsa konum tarifine bile bakmadan çok kolay bulabilirsiniz. Sırtını denize ver dümdüz git, ya da şuraya doğru git deniz solunda kalacak gibi ipuçlarımız vardır.  İç bölgelere doğru gittikçe biraz daha zorlaşıyor. Tabi bu benim için geçerli. Anadolu yakasında tek kaybolduğum yer Ümraniye’dir. Ne zaman gitsem kaybolurum.

 

20 yaşıma kadar tatiller dışında İstanbul’dan ayrılmamış olan ben askerlik görevim için Muş’a gittim. Orada pek kaybolacağım durum söz konusu değildi. 1998 senesiydi ve çarşı iznine çıktığımız vakit gidebileceğimiz sadece birkaç yere izin vardı. Ama bir görev için bir haftalığına Ankara’ya gitmemiz gerekti. İşte orada tamamen yön duygum kayboldu. Bir yerden bir yere gideceğiz, mesafeyi bir türlü kestiremiyordum. İstanbul’dayken bilirdik ki karşısı uzak. Karşıya geçeceksen taksiye binmezsin. Ama Ankara’da neresi uzak neresi yakın, gideceğim nokta dört bir yanımda olabilir. O bir hafta gerçekten çok zorlanmıştım.

 

5 sene evvel İstanbul’dan temelli ayrıldım ama yine deniz kenarı olan bir yere geldim. Burada da tüm yerleşim deniz kenarında kurulduğu için artık hiç kaybolmuyorum. Kimi zaman alıyorum yanıma plaj sandalyemi, içeceğimi deniz kenarına gidip kitap okuyup müzik dinleyeyim diyorum. Ama her seferinde de denizin o güzel sesi bana engel oluyor. Ne kitap okuyorum ne de müzik dinliyorum. Hiçbir şey yapmadan denize bakıp, denizin sesini dinlemek her şeyden çok daha iyi geliyor.