Berkin’in Gözünden Knidos Antik Kenti
Yıllardır gitmeyi planlayıp bir türlü gidemediğimiz Datça Badem Çiçeği Festivaline bu sene nihayet gidebildik. İşlerimizdi, pandemiydi, hava şartlarıydı derken hep bir bahane ile ileriki seneye erteliyorduk. Bu sene her şeyi önceden ayarladık ve Pazar günü orada olmak üzere programımızı yaptık.
Datça’da ki festival bu sene 4 gün sürüyordu. 15-16-17-18 Şubat günleri düzenlenen festivalde konserler, yarışmalar, gösteriler gibi bir çok etkinlik yapılıyor. Ben de bu vesile ile Pazar günü gittiğimizde dergimize dolu dolu bir yazı çıkacağını düşündüm.
Bodrumdan karayolu ile gideceğimiz için Pazar sabah’ı çok erken bir saatte yola çıkmamız gerekiyordu. O sebeple geceden bir arkadaşımızın evinde toplanalım, sabah hiç vakit kaybetmeden yola çıkalım diye düşündük. Sabah 06.00 itibari ile ilk durağımız olacak olan Aşıklar Yolu’na doğru yola koyuluyoruz.
İnternetten “Aşıklar Yolu” görsellerine bakıyoruz. Birlikte gittiğimiz arkadaşlarımız kafalarında pozları hazırlamışlar, tek yapmam gerek deklanşöre basmak. Şöyle güzel olacak, böyle güzel olacak derken oraya vardığımızda festivale sadece bizim gitmediğimizi anlamış olduk. 3 km boyunca sıra sıra dizilmiş okaliptüs ağaçları ile perspektif bir fotoğraf çekme hayalimiz festivale gelen bizler gibi yüzlerce araç ve otobüs ile suya düştü. Çünkü o yol artık bir mola yeri gibi olup herkes orada bir hatıra fotoğrafı çektirmek istiyor. Eğer poz veren arkadaşlarınızın arkasında kimse yoksa hemen fotoğrafın çekin, çünkü bunu gören diğer festival misafirleri hemen arka tarafa geçip kendi arkalarında kimse olmamasına gayret ediyor. Otobüslerinden 1.5 km uzaklaşan yolculara şahit olduk.
Festival Datça’da farklı farklı yerlerde farklı etkinlikler halinde yapılıyormuş. Biz ilk Palamütbükü’ne gittik. Oldukça rüzgarlı bir havada deniz kenarında açılmış kermes tarzı stantlarda badem ile ilgili ürünler satılıyordu. Badem, badem ezmesi, badem gazozu, bademli balık. Evet ekmek arası bademli balık yapıp satıyorlardı. Erken bir saat olduğu için denemedik, deneyemedik. 8-10 dakika içerisinde de Palamütbükü’ndeki tüm festival alanını dolaşmış olduk.
Alışveriş yapmış olsak da, pek bize hitap etmediğini düşündük. Hemen yakınlarda Knidos Antik Kenti vardı ve orasının hepimizi daha mutlu edeceğini düşündük.
Festivalden dolayın sanırım Knidos’ta oldukça kalabalıktı. Ama ben bu tarz yerlerin kalabalık olup, gezilip ziyaret edilmesinden oldukça memnunum. Rüzgar biraz fazla güçlü olduğu için özellikle deniz kenarında gezerken sersemledik.
Knidos Antik Kenti’ne giriş ücretli. 2024 şubat itibari ile giriş ücreti kişi başı 100 TL. Ama 60 TL’ye müze kartı alıp bu tarz ören yerlerine 1 sene boyunca ücretsiz girebiliyorsunuz. Kapı girişindeki gişede de müze kart satılıyor.
Knidos Antik Kenti’de stratonikeia antik kenti gibi oldukça büyük bir alanda bulunuyor. M.Ö. 4. Yüzyılda yerleşimin sağlandığı sanılan Knidos’ta, bir çok tapınak, antik liman, tiyatrolar, güneş saati, Meclis binası ve Gymnasium bulunmakta.
Burada aynı zamanda 1931 yılında inşa edilmiş Deveboynu feneri bulunmakta. Ege ve Akdeniz’i birbirinden ayırma durumunda olan bu mevki, coğrafi şekil bakımından deve şeklini andırdığından fenere deveboynu ismi verilmiş.
Bir çok antik kentin dışında, Knidos Antik Kenti’ne karayolu dışında deniz yolu ulaşımı da mümkün. Ama öyle 1-2 saatte dolaşıp bitirilecek bir kent değil. Biz Badem festivali diye çıktığımız yola, Knidos antik kenti olarak devam ettik. Neyse ki yine tarihle, mitoloji ile dolu bir antik kentte keyifle vakit geçirdik.