Bu ay ki rotamızı Prens adaları içerisinden en küçüğü ve İstanbul’a en yakın olan Kınalıada’ya çeviriyoruz. 1.3 Km2 yüzölçümü olan adanın nüfusu 3318 kişidir. Diğer Prens adalarında olduğu gibi yaz aylarında bu rakam bir hayli artarak, 20-30 bin kişiyi bulmaktadır.
Eski adı “Proti” olan ada, daha sonra demir ve bakır madenlerinin etkisiyle uzaktan kızıl rengi andırması dolayısı ile “Kınalı” ada ismini almıştır. Prens adaları içerisin de en az ağaç bu adada görülmektedir.
1946 yılına kadar elektriği olmayan ada, susuzluktan da ancak 1981 yılında kurtulmuştur. Ayrıca 1991 yılından itibaren Çınar tepesinde bulunan 22 adet devasa radyo ve televizyon antenleri, 2009 yılından itibaren sökülmeye başlanmış, bugün sadece 3 adet kalıp, onlar da sökülmeyi beklemektedir.
Kınalıada’ya da diğer Prens adalarına gittiğimiz gibi Kabataş, Kadıköy ve Bostancı’dan vapur ve motor seferleri ulaşmak mümkün. Henüz yaz tarifesine geçilmemiş olmasına rağmen İki saatte bir Kadıköy’den adaya vapur hareket ediyor.
Kadıköy iskelesinden ayrıldıktan 25 dakika sonra ilk iskele olan Kınalıada iskelesine varmış oluyoruz. Haftaiçi olması ve yağmur ihtimali olduğundan ada yerlilerinden başka kimse ile karşılaşmıyoruz. Birer poğaça yiyip çayımızı içtikten sonra, ada turumuza başlıyoruz.
Diğer adaların aksine, Kınaladada fayton yok. Ada küçük olduğu için bisiklet kiralayarak hatta yürüyerek adayı turlamak yormuyor. Bisiklet kullanmayalı uzun zaman olduğu için biz yürümeyi tercih ettik.
Diğer Prens adaları ile Sivri ve Yassıada’ya bakan taraf oldukça dalgalı idi. Bulutların da fotoğraf için uygun olduğundan dolayı uzun pozlama çekim yaparken ekipmanlarımız da bizler de bir hayli ıslandık. Özellikle adanın arka tarafında ki Ayazma plajı bizleri bir hayli zorladı. Adanın neredeyse tüm çevresinde olduğu gibi bu plajda büyük taşlar ile çevrili. Botlarımızla bile yürümekten zorlanırken, yazın denize gidecekler bu taşları unutmamalı.
Yürümeye devam ettikçe hava da güzelleşmeye başladı. Özellikle adanın rüzgar almayan tarafına gittiğimizde bir hayli bunalmaya başladık. Ayrıca çok büyük bir hata yaparak yola çıktığımızda yanımıza içecek bir şey almadık.
Susuzluğumuzdan dolayı biraz da acele ederek tekrar merkeze geldik. Tahmin ettiğimizden kısa bir sürede ada turumuz bitmişti. Biraz da sokak aralarını dolaşalım derken, bir sokakta Pazar kurulduğunu gördük. Daha evvel görmüş olduğum pazarlardan farklı olarak, oldukça küçüktü. 20-30 metrelik bir pazar ve 8-10 adet pazar tezgahı, ada halkına yetiyordu.
Su almak için merkeze gelirken hemen deniz kenarında bir bank fotoğraflamıştım. Tam karşısın da İstanbul’un Anadolu yakası silüeti vardı. Madem ada turumuzu bitirmiştik, artık keyif zamanı idi. Biralı bir keyif için de o bank gerçekten çok idealdi. Fotoğraf için ideal saat olmamasına rağmen, hem biramızı içip, hem de adadan İstanbul fotoğrafı çekiyorduk.
Kınalıada da diğer adalar gibi sessiz. Hatta belki de onlardan daha da sessiz. Diğer adalardan başka bir farkı ise binaların daha yeni olması. Bu da maalesef daha çok beton demek oluyor. Özellikle Büyükada da ki o eski tarihi yapılardan Kınalıadada hemen hemen hiç yok. Yine de vapur ile uzaklaşırken güneşin adanın arkasına doğru batarak veda etmesi gerçekten tüm yorgunluğumuzu ve susuzluğumuzu unutturacak güzellikte idi…..