Kaleköy (Simena)

GEZELİM GÖRELİM KALEKÖY

 

Kaleköy.  Bilinen diğer ismi ile Simena. Eskiden denizden teknelerle ya da Üçağız köyünden yürüyerek ulaşılan köye, şimdi araçlarla 500 metre yakınına kadar gidilebiliyor. Nüfusu 250 kişi olan bu köyün en büyük gelir kaynağı turizm. Kaş’a tatile gelen herkesin mutlaka görmesi gereken Akdeniz’in en şirin köylerinden bir tanesi…

Kaş limanından birçok tekne ile buraya gelmek mümkün. Ama biz zamandan tasarruf etmek için araç ile Üçağız köyüne gidip tekne turuna oradan başladık. Her iki yerden hareket eden tekneler  öncelikle akvaryum koyuna  uğruyorlar.  Adından da anlaşılacağı gibi suyun o kadar berrak olduğu bir yer ki, neredeyse suyun içerisini deniz gözlüğü kullanmadan görmek mümkün.

Denize girip çıktığınız esnada çevrede büyük yatlar dışında küçük kayıklar olduğunu da fark ediyorsunuz. Bu kayıkklarda ise çeşitli yiyecekler ve  içecekler satılıyor. Gerçekten yaşı çok ilerlemiş bir teyze kürek çekerek tekneleri dolaşarak  kızının ve torunun  boncuklardan yaptığı  kolye bilezik satıyordu.

Akvaryum koyundan sonra tersane koyuna gidiyor teknemiz. Bu koyda tekne sayısı bir hayli fazla. Teknelerin dışında  kano ile gezi yapacakların da mola yeri olduğu için bir hayli kalabalık. Tersane Kekova adasında bulunmaktadır.  Tersane koyunda ister karaya çıkıp, istersek de deniz içerisinde Likyalılar döneminden kalan antik kenti keşfetmemiz  mümkün. Koy içerisinde batmış kentin ev duvarları üzerinde yüzebiliyorsunuz.

Daha sonra teknemiz Kekova adası kıyısından yoluna devam ediyor. 2. Yüzyıl da Likyalılar burada yaşarken, yaşanan deprem yüzünden sular altında kalan şehrin tam üstünden yolumuza devam ediyoruz. Yüzme ve dalışın yasak olduğu yerde, teknemizin altındaki cam ile suyun altındaki amforaları görmemiz mümkün oluyor.  Kıyı tarafında ise denize inen merdivenler, deniz seviyesinden çok az yukarıda olan kilise duvarları, bir kısmı denizde, bir kısmı denizin üstünde olan evler ile karşılaşmak ürkütücü oluyor.

Rehberimizin söylediğine göre, şehrin merkezi suların çok altında. Ve depremden önce Kekova bir ada  değil, Kaleköy ile birlikte tek bir kara parçası imiş.

Tarihi batık şehrin üstünden geçtikten sonra kaptanımız bizi korsan mağarasına götürüyor. Daha önce fotoğraflarını görüp, gözüme küçük bir yermiş gibi görünen mağaraya yaklaştıkça ne kadar büyük bir yanılgı içerisinde olduğumu fark ettim.  10 metre genişliğinde ve 6 metre yüksekliğinde olan bu mağaranın rivayete göre kaleye doğru giden gizli bir yolu varmış.

Korsan mağarasını da görüntüledikten sonra tekrar yüzmek için mola verdiğimiz bir esnada, yanımızda tekneden gelen heyecanlı sesler ile denize doğru baktık. Şimdiye kadar hiç görmemiş olduğum caretta caretta kaplumbağasının suda yüzüyor olduğunu fark ettim. Daha ufak olduğu düşündüğüm bu su kaplumbağasının, fotoğrafını çekmek isteyen bir kişi ile birlikte aynı kareye alınca ne kadar iri olduğunu öğrenmiş oldum.

Ve artık Kaleköy e ulaşma zamanı geldi. Mola için en uzun süremiz burada olacaktı. Teknenin bağlandığı yerden bakınca kaleye çıkmak hiç zor görünmüyordu. Zaten daha önce birkaç kez çıkmıştım. Hem şimdi sigarayı da bıraktığım için daha rahat çıkacağımı düşünüyordum. Tabi şimdiye kadar asla sırtımda 20 kg lık fotoğraf ekipmanı, ve iki elimde üçayaklar ile tırmanmamıştım. Ama ne olursa olsun en yukarı çıkmam gerekiyordu.

Hatırladığım kadarı ile daha önceki gidişlerim de ücretsiz gezdiğimiz kaleyi şimdi para vererek geziyoruz. O yüzden tekneden indiğinizde yanınıza en azından adam başı 8 lira almanız gerekiyor. O kadar merdiven çıkıp, içeri girememek gerçekten üzücü olabilir.

Kalenin manzarası tek kelime ile olağanüstü. Oraya kadar gidilince mutlaka görülmeli diye düşünüyorum. Bunu neden yazıyorum, Çünkü tekne turlarında yüzde 90 yerli turist var iken, kale üstünde sadece yabancı turistleri gördüm. Maalesef bizimkiler aşağıda bir cafe ye oturup soğuk limonata içiyorlar.

Kale civarını gözlemlediğimiz zaman hem karada hem de denizin içerisinde Likya tipi  lahit mezarlara rastlamak mümkün. Kaş yazımda belirtmiş olduğum gibi buradaki lahitlerin üstü de ters kayık şeklinde.

Fotoğraflar çekildikten sonra, zamanın geldiğini düşünerek tekneye doğru yola koyuluyorum. Ama inmek bile en az çıkmak kadar zormuş. Tahmini 45 derece güneş altında, üzerimde o kadar yük ile hızlı hızlı tekneye yetişmeye çalışıp, bir de yanlış yere iniş yapınca, insan gerçekten birkaç kg verebiliyor. Neyse ki bizi bekleyen kaptanımız tekneye bindikten sonra soğuk bir karpuz servisi ile kendimize gelmemizi sağlıyor.

Tekne hareket ettikten sonra artık mesaimin bittiğine karar verdim. Teknemiz bir iki yerde daha durdu. Ama yorulmuştum. Sadece denize girip tatil yaptığımı düşündüm.  Suyun içerisinde 10 dakika yüzme ile gezide hiç yanmadığım kadar yandığımı akşam eve döndüğümde fark ettim. 

Genelde gezi bitip de istanbul’a tekrar döndüğüm zaman 3-5 gün sürekli geldiğim yeri düşünüyorum fakat bu Kaleköy beni öylesine etkiledi ki, uzun zaman oldu döneli ama  ben halen oraya tekrar gidebilme hayallerini kuruyorum.